Gezerken kendimi mutlu hissediyorum… Bilmediğim sokaklarda, tanımadığım insanların arasında, anlamadığım bir dilin konuşulduğu şehirlerde elimde haritam, boynumda fotoğraf makinem, sırtımda çantam… İşte o an benden keyiflisi yok…


Yavaş yavaş keşfetmeye başlıyorum gezegeni… Gezdikçe yazıyorum, birkaç yol çizmiş olmayı umut ediyorum merak edenlere…


Keyifle okuyunJ

2 Nisan 2012 Pazartesi

LONDRA… “Mind the gap!”

Hep aklımda olan, nedense etrafımdaki herkesin en az bir kez gitmiş olduğu Londra’ya gidişim büyük bir şans eseri oldu, 2012 yılında… Bahsedilen kadar büyük, bahsedilen kadar eğlenceli ve cosmopolit bir şehir olduğuna ben de inandım görünce :) Size mümkün olduğunca kısa Londra gezimde yaptığım çıkarımlardan bahsedeceğim; 2,5 günde Londra bir başına nasıl gezilir? :)


Öncelikle belirtmek isterim ki Londra’ya gidiş uçak biletleri oldukça pahalı. Tavsiyem gitmeden çok önce biletleri almanız, mevsim hiç fark etmiyor, her zaman yoğun bir hava trafiği var bu nedenle bilet rezervasyonlarına dikkat! Ben Londra’da Heathrow Havaalanını kullandım. Havaalanından şehir merkezine gidiş oldukça rahat. Bavulunuzu aldıktan sonra havaalanı içerisinde “Underground” tabelalarını takip ediyorsunuz, zaten tek bir line var, Piccadilly Line, yaklaşık 40 dk içinde şehir merkezine varmış oluyorsunuz. Heathrow’dan şehir merkezine diğer bir transfer yöntemi de şehir merkezinde Paddington Tren İstasyonundan hareket eden “Heathrow Express”. Bu daha pahalı bir yöntem ancak 15 dk içinde havaalanına (veya şehir merkezine) ulaşım sağlıyor. Ayrıca Heathrow Express biletlerinizi online alabilir ve hem zaman hem fiyat tasarrufu sağlayabilirsiniz.

Herkes gibi ben de öncelikle Londra’daki çılgın metro ağından bahsetmek istiyorum. İnanılmaz! Şehirde her yere metro ile ulaşabilirsiniz, ancak dikkat etmek gereken bir nokta metro biletlerinin pahalılığı! Eğer çok metroya binmeyeceğim, yürüyüp şehri görmek istiyorum derseniz tavsiyem günlük pass’ler almanız, çünkü bir şekilde yolu kısaltmak için metro kullanılıyor… Ama metroyu sık kullanırım diyorsanız Oyster Card alıp (bizdeki İstanbul Kart:)) istediğiniz zaman yükleme yapıp, indirimli geçişlerden faydalanabilirsiniz. Bu arada unutmadan söyleyeyim; tüm bu bilet/kartları metro istasyonlarında kredi kartınız ile kiosklardan alıyorsunuz … Bazı metrolarda ne yazık ki yürüyen merdiven olmayabiliyor, bavulunuzla birlikte merdiven çıkmaya hazır olun :) Ayrıca Londra metrosu ile halkın diline yerleşmiş şu deyimi de bol bol göreceğinizi unutmayın; “Mind The Gap”!


Şehrin ana caddesi “Oxford Street”. Burası her saat kalabalık olan, sağlı sollu bir sürü mağazanın ve hediyelik eşya dükkanlarının olduğu, ortasından otobüslerin ve kısmen müstakil araçların geçtiği, altından boydan boya metronun uzandığı, eğlenceli bir cadde…  Cadde boyunca yemek için fazla alternatif yok ancak bol bol Starbucks, Cafe Nero ve bir İngiliz klasiği olan Costa zincirlerini bulabilirsiniz. Yolun bir ucu Marble Arch’a ve Hyde Park’a çıkıyor, ortalarında Oxford Circus var, sonlarına doğru sağa sapan bir yol meşhur Soho’ya çıkıyor. Yaklaşık 45 dakikada yolu boydan boya yürüyebilirsiniz. Tavsiyem yolun üstünde Marble Arch çıkışına yakın bulunan Primark mağazasını mutlaka ziyaret edin ve ucuz alışverişin tadını çıkarın!

Zamanınız benim gibi azsa ve görülmesi gereken her yeri görmek istiyorsanız mutlaka bir Hop on Hop off otobüs turu bileti alın derim. Londra merkezde 4 farklı Bus Tour var, ben “Big Bus Tour” kullandım ve oldukça güzeldi. Şimdi otobüs duraklarını ve gezi notlarımızı sıralayalım:


Turumuza Oxford Circus’tan Piccadilly Circus’a yürüyerek başlıyoruz…  Londra’da bir çok müzikalin sergilendiği tiyatro binası mevcut ve bu meydanda bunlardan bazılarını görebilirsiniz. Picaadily Circus’tan 5 dk yürüme mesafesinde Trafalgar Square bulunuyor, burası birbirinden farklı bir çok tarihi anıtın (National Gallery, Nelson’s Colomn, vs) bulunduğu büyük bir meydan. Genelde kutlamaların yapıldığı bir yer. Buradan otobüse binerseniz 10 dk içinde “London Eye” durağında inebilirsiniz. London Eye mutlaka ziyaret edilmesi ve deneyimlenmesi gereken bir aktivite, gitmeden önce internetten biletinizi alırsanız işiniz oldukça kolaylaşıyor. Eye’a binmeden önce mutlaka 4D gösterisini izleyin (bilet alan herkese ücretsiz), oldukça keyifli:) Sabah erken saatlerde giderseniz çok fazla sıra beklemeyebilirsiniz ancak saat ilerledikçe London Eye sırası alabildiğine uzuyor! Yine de Londra’ya o yükseklikten bakmak gerçekten paha biçilmez…


Sonrasında hemen yakındaki Golden Jubilee Bridge’de bir fotoğraf çekebilirsiniz, burası sadece yayalar için tasarlanmış estetik bir köprü. Manzarasında London Eye ve Big Ben var. Turun devamında “St Paul’s”, “London Bridge” ve “Tower Bridge” var. Tower Bridge’de dilerseniz benim gibi sadece köprüyle fotoğrafınızı çektirebilirsiniz ya da isterseniz müzesine de girebilirsiniz… Yanında bulunan meydanda karnınızı doyurabileceğiniz küçük büfeler mevcut. Köprü şehrin oldukça doğusunda, bu nedenle sakın oradan yürüyerek dönmeye çalışmayın :)


Tower Bridge’den bindiğimiz tur otobüsümüzden “Parliament Square”de iniyoruz. Burada Big Ben’i, Parlament Binalarını ziyaret edebilirsiniz. Hemen karşısında da “Westminister Abbey” bulunuyor. Bu katedral ziyareti sonrası St James’s Park içinden yürüyerek –ki kesinlikle tavsiye ediyorum, bahar da inanılmaz bir park oluyor- “Buckingham Sarayı”na ulaşabilirsiniz. Saray çok görkemli, önünde şehrin iki tarafına uzanan çok keyifli bir yol var, biraz zaman ayırıp bu yolda yürüyebilirsiniz.


Eğer Wellington Arch tarafına çıkarsanız otobüsün bir sonraki durağı “Harrods”. Burası bildiğiniz ve bilmediğiniz dünyaca ünlü bir çok stilistin markalarının sergilendiği, uçuk fiyatlı alışveriş yapmak isteyenlerin durağı :) İçinde Prenses Diana ile aynı kazada hayatını kaybeden Mohammed Al-Fayed’in bir anıtı da var (zaten Harrods Fayed’in ortak olduğu bir upmarket).

Otobüsümüz kraliyet ailesinin evlerinin olduğu “Kensington” dan, “Portobello Street” yakınından, “Notting Hill”den ve “Hyde Park”ın yanından geçiyor. Dilerseniz bu büyük parklarda biraz nefes alabilirsiniz… Zaten turlar genelde burada son buluyor.

Londra’da mutlaka ziyaret edilmesi gereken iki önemli durak daha var; “Madame Tussaud’s” ve “British Museum”. Ben Madame Tussaud’s ziyareti yapmadım ancak British Museum için şöyle bir yorum yapmak isterim; eğer siz de benim gibi pek sanat müzesi sever biri değilseniz, bu müzeye 3 saat ayırın :) Eğer sanat severseniz belki de tüm gününüzü burada geçirebilirsiniz! Müzede insanlık tarihindeki çok önemli bir çok medeniyetten alıntılar bulunuyor. Özellikle Mısır koridorlarını mutlaka görün derim! Müze “Totenham Court Road” metro istasyonunda inince 10 dk yürüme mesafesinde…


Böylece Londra’da görülmesi gereken yerlerin çoğunu görmüş oldunuz, ancak bitmedi :) Benim en sevdiğim yerlerden biri “Covent Garden” oldu. Burası küçük bir meydan, ortasında “Covent Market” var. Meydan adeta bir buluşma noktası, şehrin tam merkezinde… Günün her saati sokak gösterileri var, hatta akşam saatlerinde market alanının içinde yeni albüm çıkaran gençler canlı müzik ile albümlerini tanıtıyor ve satıyorlar, oturup yarım saat dinlemişliğim var :) Buraya gündüz uğrarsanız atıştırmalık bir çok yeme içme opsiyonunuz oluyor. Akşam uğrarsanız civarda güzel restoranlar var…

Londra’da bir çok “Pub” görecekseniz, ancak çoğu gece 23:00 gibi kapanıyor, çünkü İngilizler iş sonrası alkol almaya başlıyorlar ve bu saat onların eve dönmesi için ideal :) Eğer gece geç saatlere kadar eğlenmek istiyorsanız Soho’nun yakınlarında bulunan kulüpler veya “Leicester Square” civarında barlar mevcut… Açıkçası Londra’nın her yerinde gece hayatı canlı ve barlar var, birilerine sorup sizi yönlendirmesini bile isteyebilirsiniz…

Londra’dan kısa notlar:
  •          Yayaların kırmızı ışığa saygısı pek yok, yol boşsa kimse ışığı beklemiyor! Siz mutlaka dikkat edin!
  •          Vaktiniz varsa bir akşam mutlaka tiyatroya veya müzikale gidin! Çok meşhur oyunlar var.
  •          Sabah kahvaltıları biraz ağır oluyor, bol kızartmalı :)
  •          Sütlü çay için! İngiltere çay tüketiminde dünyada bir numara, dolayısıyla lezzetli çayları var, süt ile daha hafif bir lezzeti oluyor.
  •          Prizler bizimkinden farklı olduğu için (3 girişli) gitmeden varsa birilerinden temin edin mutlaka! Unutursanız da havaalanından veya merkezdeki tekno marketlerden alabilirsiniz.



Londra… Her dilden, her renkten, her inançtan insanın aynı yollarda yürüdüğü; günün sona ermediği, her saat yaşam dolu; renkli; tarihi; hem zengin hem fakir; bir nevi İstanbul sanki… İnanın kendinizi hiç yabancı hissetmeyeceğiniz nadir Avrupa şehirlerinden biri, çünkü Londra’da herkes yabancı!..

BYE – LONDON
28.03.2012