Gezerken kendimi mutlu hissediyorum… Bilmediğim sokaklarda, tanımadığım insanların arasında, anlamadığım bir dilin konuşulduğu şehirlerde elimde haritam, boynumda fotoğraf makinem, sırtımda çantam… İşte o an benden keyiflisi yok…


Yavaş yavaş keşfetmeye başlıyorum gezegeni… Gezdikçe yazıyorum, birkaç yol çizmiş olmayı umut ediyorum merak edenlere…


Keyifle okuyunJ

5 Haziran 2011 Pazar

AMSTERDAM… “Hallo tegen de vrijheid!”

Amsterdam… Çapı küçük ancak eğlencesi büyük şehir… :)

Amsterdam’a keyifli bir arkadaş grubuyla gitmenizi öneririm ve de her gece birinizi nöbetçi atamayı :) Çünkü doğası gereği Amsterdam’da eğlencenin dozunu kaçırma ihtimaliniz yüksek. Çok fazla tarihi anıtlarla süslü bir şehir değil ancak kanalların böldüğü birbirinden renkli sokaklarında yürümek bile insana büyük keyif veriyor. Bazen gün içinde aynı yoldan beş kere geçme durumunuz olabiliyor (ki otel ve gidilecek yerler arasında mesafeniz çok olmayacağı için bu sıklıkla başınıza gelebilir) ama sadece yürüyerek bir şehri baştan sona dolaşabilme fırsatı paha biçilmez…


Amsterdam ile ilgili söylemem gereken ilk ve belki de en önemli konu “Bisiklet Tehlikesi”! Şehirde geçiş üstünlüğü bisikletlerin ve bisiklet sayısı İstanbul’daki araba sayısından fazla olabilir! Tahmin edersiniz ki her an üstünüze yürüyen bisikletlilerle karşılaşabiliyorsunuz burada… Sakın onlara özel ayrılmış yollarda yürümeye kalkmayın, çekinmeden çarpabilirler, başıma gelmişliği var :)


Amsterdam’da merkez kabul edilen meydan “Dam” adında, civarında çeşitli sokak gösterileri, festivaller, kutlamalar yapılan, bolca cafe ile çevrelenmiş bir alan. Ayrıca ünlü “Madame Tussaud’s” müzesi de bu meydanda bulunuyor. Tavsiyem bileti sakın kapısından almayın, şehrin içinde bir çok noktada (özellikle Dam çevresinde) şehirdeki aktivitelere bilet satan dükkanlar var. Oradan alırsanız ucuza giriş öncelikli bir bilet sahibi olabilirsiniz. Amsterdam’daki Madame Tussaud’s çok büyük değil, en fazla bir saat içinde müzeyi gezmiş ve içinde dilediğiniz fotoğrafları çekmiş olabilirsiniz.


Dam meydanından “Central Station”a çıkan “Damrak Street” şehrin yine en kalabalık ve popüler sokaklarından… Bir çok cafe, hediyelik eşya dükkanları vs ile dolu. Amsterdam’ın ünlü “Sex Müzesi” de bu yol üzerinde bulunuyor. Vaktiniz varsa ve merak ediyorsanız çok da büyük olmayan, iki bina içine konumlanmış bu müzeyi de dolaşabilirsiniz. Ayrıca kanal turlarından bazıları yine bu yol üzerinden hareket ediyor. Kanal turları oldukça ucuz, ve de Amsterdam’ı keşfetmek için oldukça keyifli, mutlaka bir tura bilet alın ve katılın derim…  Bir çok şehirde bulunan “Hop on Hop Off” mantığı burada kanal turlarında mevcut. Genelde size üç farklı rut sunuyorlar ve bu rutlar üzerinde istediğiniz noktalarda tekneden inebiliyorsunuz. Bu arada unutmadan Central Station’a da mutlaka uğrayın derim, çok büyük ve tarihi bir yapı. Amsterdam’ın diğer şehirlerle olan bağlantısı bu istasyon aracılığı ile sağlanıyor.

Şehrin bir diğer popüler meydanı “Leidseplein”. Burası yine bar, cafe, yeme-içme yerleriyle çevrelenmiş küçük bir meydan. Burada da canlı müzik gösterileri olabiliyor, gençlerin daha çok tercih ettikleri bir muhit. Günün her saati oldukça kalabalık.


Leidseplein meydanından Dam meydanına doğru yürümek için kullandığınız “Leidsestraat” keyifli bir sokak, etrafında güzel pastaneler ve mağazalar var. Bu yol üzerinde meşhur “Flower Market” ile de karşılaşacaksınız. Mutlaka bu küçük markete uğrayın. Sıra sıra bir sürü çiçekçi oluyor, çok çeşitli çiçekler, tohumlar ve tabi ki meşhur Lale soğanları satılıyor. Bir tane alıp evde dikebilirsiniz :) Ben küçük süs kaktüsleri almıştım, bir yıldan uzun süre dayandılar :)

Gün yavaş yavaş sona erdiğinde artık yapmanız gereken “Red Light District”e uğramak… Burası kırmızı sokak lambalarıyla aydınlatılan, sokağa bakan küçük odaların olduğu ve her odada bir bayanın sizi içeriye çekmeye çalıştığı, gecenin ilerleyen saatlerinde dar sokaklarda adım atamayacak duruma geldiğiniz, cinselliğin sorunsuzca sergilendiği bir yer. Aslında bir kanalın sağ ve solunda uzanan, bir çok küçük ve dar ara sokaklarla çevrili, etrafta bir çok barın da yer aldığı bir alan. Amsterdam’ın en ünlü ve en eski Coffee Shop’u Bulldog da burada birden fazla şubeye sahip.

Akşamları kalabalık olan diğer bir meydan “Rembrandt-Plein”. Burada da bir çok cafe, bar, gece klubü bulunuyor…


Eğlencenin yanında kültürel olarak da sizi doyurabilecek bir şehir Amsterdam… “Fashion and Museum District” adını verdikleri, isimden de anlaşılacağı gibi yolun bir tarafında dünyaca ünlü markaların mağazalarının yer aldığı, yüksek sosyo ekonomik gelire sahip kişilerin muhiti olan bir bölgeyi, sağında ise çok büyük bir yeşil arazi üzerine konumlanmış Amsterdam’ın en büyük ve eski müzesi olan “Rijksmuseum”u ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca herkesin albümünde yer alan “I AMSTERDAM” yazısının önünde çekilen o fotoğrafın kaynağı da burası! :) Ben bu yazı nerede acaba diye düşünürken tam olarak müzenin önünde yer aldığını görünce çok şaşırmıştım, nedense kendimi hep şehir merkezinde bir meydanda olacak diye şartlandırmışım :) Ama söylemem gerekiyor ki bu insan boyundaki harfleri boş bulmak mümkün değil! “D”nin içine sığmaya çalışan bir insan, “T”nin üstüne tırmanan bir insan, “M” harfine sırtını vermiş bir insan… Her yerde birileri oluyor, o tam istediğiniz fotoğrafı bir türlü yakalayamıyorsunuz :)

Müze bölgesinde ayrıca “Van Gogh Museum” ve “Stedelijk Museum” da bulunuyor, vaktiniz varsa bu sanat müzelerini de gezebilirsiniz...


Ve Amsterdam’da en keyif aldığım aktiviteyi anlatmak istiyorum; “Heineken Experience”…  Heineken bildiğiniz gibi Hollanda’nın en büyük bira markalarından biri. Heineken Experience adı verilen, aslında eskiden Heineken’ın bir fabrikası olan oldukça büyük ve eski bir binayı müze haline getirmişler. Müzeye girişinizden çıkışınıza kadar içeride çok farklı ve eğlenceli aktivitelere dahil oluyorsunuz; biranın tarihini öğreniyor, 5D odasında kendinizi bir arpayken buluyor ve  nasıl biraya dönüştüğünüzü deneyimliyor, tamamen ekranlarla çevrili bir odada gelmiş geçmiş tüm Heineken reklamlarından oluşan harika bir kolajı izleyebiliyor, isterseniz barda nasıl bira konulduğunu öğreniyor ve barmen sertifikası alıyor, biranın nasıl içilmesi gerektiğini öğreniyor, ücretsiz ikramlardan faydalanıyor, özel bir fonla resminizi veya videonuzu çekip mailinize gönderebiliyor, çıkışta Heineken Shop’tan dilediğiniz ürünü alabiliyorsunuz. Kısacası Amsterdam’da gidilmesi gereken en eğlenceli yerlerden biri diyebilirim :)

Amsterdam çok küçük bir şehir olduğu için gezmek amaçlı üç gün ideal bir süre bence. Dolayısıyla sizi çok yormayan ama keyifle vakit geçirebileceğiniz bir yer…


Amsterdam’dan kısa notlar:·   
  •      Amsterdam kreplerini tatmadan dönmeyin! Sabah kahvaltısında yumurtalı krep, öğlen dondurmalı krep, akşam etli krep yiyebilirsiniz. Krebi istediğiniz formata sokabiliyorsunuz :)
  •      Sakın Red Light’ta fotoğraf makinanızı kullanmaya çalışmayın, kişileri rahatsız etmemek adına kesinlikle yasak!
  •      Gün içinde kanalların etrafında konumlanan cafelerde bir şeyler içmek çok keyifli, mutlaka kanala ayaklarını uzatarak bir şeyler yiyip içmenin tadını çıkarmalısınız!
  •      Amsterdam’ın en büyük doğal parkı “Vondelpark”ta yürümeyi, mümkünse sabah kahvaltısı için pastanelerden bir şeyler alıp burada çimlerin üzerine serilerek kuş ve kuğular eşliğinde yemeyi ihmal etmeyin!
  •      Hiç ummasanız da (açıkçası ben gidince gördüm) Amsterdam peynirleri ile de ünlü! Sokaklarda büyük peynir dükkanları var, öyle güzel ve renkli sergiliyorlar ki almadan dönemiyorsunuz, peynir severlere özellikle hatırlatmak isterim :)
  •      Şehir içinde tramway ve otobüs hatları da mevcut ama yürümenizi tavsiye ederim, mesafeler oldukça kısa.
  •      Kanallar üzerindeki apartmanların bir çoğunun yana yatmış olduğunu fark edebilirsiniz! Zeminin yıllar içinde kaymış olması nedeniyle binaların simetrisi bozuluyor ve binalar kimi zaman 10 derece kadar yana yatabiliyor, değişik bir manzara:)
  •      Bir de vaktiniz olursa Leidsplein yakınındaki yine bir kanal kenarında konumlanmış olan “Hard Rock Cafe”ye gidebilirsiniz, burada cafe akşamları güzel bir bar konseptine bürünüyor, Hard Rock Cafe müdavimlerine tavsiye ediyorum :)



Bazen kendinizi sınırsız özgür hissettiğiniz anlar vardır, Amsterdam size bu anları yaşatan bir şehir… Kanalların içinde uzanan evler, sokaklarda bisikletler, her saat sınırsızca tüketilen alkol, tütün, vs… Hayat Amsterdam’da bir farklı akıyor :)

AFSCHEID – AMSTERDAM
02.06.2011

22 Mayıs 2011 Pazar

BERLIN... "Ich bin ein berliner!"

Gezdiğim şehirler arasında belki de en çok beğendim yer Berlin... Almanya'nın diğer şehirlerinin çok ötesinde... Burada hayat varmış ve ben çok geç keşfetmişim :)


Berlin notlarıma başlamadan önce belirtmek istiyorum ki, burada bana eşlik eden ve Berlin'de yaşayan bir arkadaşım vardı. Bu da demek oluyor ki çok bilinçli bir turisttim, bu yazımda sizinle mümkün olduğunca mekan isimlerini de paylaşmaya çalışacağım.




Berlin'de iki adet popüler (Türkiye'den çoğu uçuş buralara) havalimanı bulunuyor, Tegel ve Shoenefeld. İkisi de şehir merkezine aynı uzaklıkta diyebiliriz, tabi şehirde kalacağınız yer çok önemli. Ama merak etmeyin her şekilde otelden şehir merkezine bir otobüs var. Ben Tegel Havalimanını kullandım ve otele ulaşmak için taksi kullandım, fiyatlar diğer Avrupa şehirleri kadar pahalı değil. Burada değinmek istiyorum ki sanırım Berlin'deki taksi şoförlerinin yüzde doksan beşi Türk :) Yani gideceğiniz yere kadar bol bol Türkiye'den bahsedebilirsiniz, şehire ilk adım attığınız anlarda yabancılık çekmeyeceksiniz...


Berlin'de ulaşımı daha çok tramway ve otobüs ile sağlıyorsunuz. Metro ve tren de var ancak tramway hattı daha yoğun. Biletlerinizi günlük alırsanız daha ekonomik oluyor. Biletlerinizi tramwayın içindeki bilet zımbırtılarından temin edebilirsiniz, ama bunun için yanınızda bozuk para bulundurmayı ihmal etmeyin!




"Alexanderplatz" şehir merkezi diye tabir ettiğimiz yer. Burada her saat kalabalık meydanlar, caddeler ve etrafında cafeler var. Şehrin büyük alışveriş merkezleri ve en büyük tren istasyonu da burada yer alıyor. Alexanderplatz'a geldiğinizde yapmanız gereken önemli şeylerden biri "Fernsehturm"a (televizyon kulesi) çıkmak! Burası 203 metre yükseklikten tüm şehri 360 derece görmenizi sağlayan bir kule, tahmin edersiniz ki manzara inanılmaz! Alexanderplatz'da ayrıca meşhur "Dostluk Çeşmesi"ni de göreceksiniz. Çeşmenin havuzunda yüzen çocuklar görürseniz şaşırmayın :)




Alexanderplatz'dan yürüyerek yaklaşık 15 dakika uzaklıkta Berlin'in en önemli simgelerinden biri olan "Berliner Dom"a ulaşabilirsiniz. Burası çok eski bir kilise ve müze. Oldukça ihtişamlı bir yapı. Berliner Dom'un hemen arkası harika bir yeşil alan! Dinlenmek için çok ideal, zaten gidince göreceksiniz herkes yatar ve güneşlenir modda oluyor (muhtemelen ben baharda gittiğim için, kışın karla kaplı olabilir:). Ayrıca bu parkın bir köşesinde de "Altes Museum" ve hemen civarında "National Gallery" bulunuyor.




Metroya biniyoruz ve bir sonraki durağımız Berlin'in meşhur geçidi "Brandenburger Tor"da iniyoruz. Burası aslında savaş sırasında kullanılan bir sınır kapısı... Oldukça görkemli bir yapı, turistlerin önemli gezi noktalarından biri olduğu için geçidin bulunduğu yol her daim kalabalık. Ayrıca burası Berlin'in büyük festivallerinin yapıldığı alanlardan birine de ev sahipliği yapıyormuş, ne yazık ki ben gittiğimde hazırlıkları vardı, kaçırdım :)




Vee Berlin'in bir diğer simgesi "Berliner Mauer", Berlin Duvarı... Tahmin ettiğiniz gibi bir uzun bir duvar yıkıntısı bulamıyorsunuz, aksine oldukça iyi boyanmış ve döşenmiş bir kaç duvar şiltinden oluşuyor. Almanya tarihinde önemli bir tarihsel olaya (Doğu ve Batı Almanya'nın birbirinden ayrılmasına son vermek amacıyla yıkılmıştır) ev sahipliği yapsa da, o havayı nedense yakalayamıyorsunuz... Yine de buraya kadar gelip (bu arada geldiğim yer Potsdamer Platz) bu noktada yaşadığım hayal kırıklığımı giderecek önemli bir yeri de görmüş oldum, kesinlik gitmenizi tavsiye ediyorum; "Sony Center"! Bir post-mimari harika diyebilirim! Cam bir tavanla örtülmüş, gece bin bir renge bürünen ışıklandırmaya sahip, içinde hem alışveriş merkezi, hem sinema hem de bolca cafe ve restoranın bulunduğu keyifli bir teknomerkez...




Eğer vaktiniz varsa mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir saraydan da bahsetmek istiyorum. Bir kaç toplu taşıma aracı değiştirmeniz gerekse de "Charlottenburg Palace" görmeniz gereken bir yapıt... Saray şimdilerde bir müze, içinde oldukça değerli eserler sergileniyor. Bence bundan da önemlisi sarayın sahip olduğu inanılmaz bahçe! Gözünüzün alabildiğine bir bahçeye sahip bu saray... Tabi ki bahçe içinde kocaman bir gölet de var, bu zaten Berlin parklarının bir klasiği, her park oldukça geniş ve içinde mutlaka bir gölet bulunuyor...




Vee görülmesi gereken son bir yer kaldı; "Checkpoint Charlie". Burası da Almanya tarihinde önemli bir yer temsil ediyor, Doğu-Batı Berlin arasındaki bir geçiş noktası, ortasında temsili bir ABD kontrol kulübesi var. Tabi ki günümüzde turist çekmek amacıyla kullanılıyor, askerlerle fotoğraf çektirmek istiyorsanız para ödüyorsunuz mesela :)




Biraz da Berlin gecelerinden bahsedelim... Geceye hazırlık için gidilebilecek güzel ve gençlerin popüler yerlerinden biri "Prenzlauer Berg". Burada "Schönwetter" adında bir mekan var, açık hava, yerler kum, ister masalarda ister şezlonglarda oturuyorsunuz. Dilerseniz arkadaşlarınızla mangal parti bile yapabilirsiniz! Ben oradayken bir grup genç barbekü parti ile doğumgünü kutluyordu mesela, özenmedim değil :) Akşamüstü bir diğer alternatifiniz "Warschauer Strasse". Sıra sıra bir sürü cafe bar var, gençlerin sevdiği yerlerden biri. Burada hafif bir şeyler içtikten sonra Berlin'in hiç bitmeyen gece hayatına akabiliriz artık :)


Berlin'de gece mekanları genelde farklı odaları olan ve her odada farklı müziklerin çaldığı barlardan oluşuyor. Oldukça başarılı bir uygulama, çünkü hangi tarz müzik seviyorsanız orada takılabiliyorsunuz, hatta bir çoğunda avlu gibi açık alanlar da mevcut, buralarda biraz soluklanabiliyorsunuz. Örneğin çok farklı underground barlar var, içinde pop müzik çalan bir alan, heavy metal grubunun sahne aldığı başka alan, bir rock grubunun sahne aldığı diğer bir alan, bilardo oynayabileceğiniz bir dinlenme alanı, ve belki de benim görmediğim başka alanlara da sahip olabiliyorlar! Ben çok eğlendim, biz alışık olmadığımız için underground girişi biraz ürkütücü, ama öğrendim ki Berlin'de bu çok popülermiş :) Önerebileceğim diğer bir yer biraz da İstiklal'i andıran "Prenzlauer Berg" veya daha bilinen adıyla "Kulturbrauerei". Burada da yine içinde birden fazla müzik alternatifinin bulunduğu "Frannz"a gidebilirsiniz, veya civarda bir çok kaliteli mekan da bulabilirsiniz. En önemlisi de Berlin gecelerinde saat kaç olursa olsun dönüş yolunda kendinizi hiç tedirgin hissetmemeniz! Sabaha karşı bile olsa kimsenin birbiriyle bir ilgisi yok, herkes kendi halinde, rahat rahat yürüyebilirsiniz...


Berlin'den kısa notlar:
  • Berlin'in simgesi ayıcıkları her yerde göreceksiniz, hatıra bir seyler almak istiyorsanız bu sembolü tercih edebilirsiniz,
  • Sakın Berliner yemeden dönmeyin! Bir sürü farklı reçel ile kombine ediyorlar ve özellikle sabah saatlerinde sıcacık bir berliner sizi kendinizden geçirebilir :)
  • Mutlaka bir parka gidip, gölet kenarında piknik yapın. Örneğin bir kahvaltınızı burada yapın, ama bir ördeğin size eşlik edeceğini unutmayın:)
  • Berlin'de de diğer Almanya şehirlerinde olduğu gibi yayaların uyması gereken ciddi bir trafik ışığı kuralı var! Yol boş olsa da sakın kırmızı da geçmeyin! Hele yakınınızda küçük bir çocuk varsa, ona kötü örnek olduğunuz için ceza yemeniz çok muhtemel!
  • Geceleri eve dönerken yabancı olmadığınız o tadı mutlaka deneyin; Döner! İnanın buradaki döner bir başka, etinden mi içine koydukları sostan mı bilmiyorum ama üst üste iki pide arası döner yemişliğim var:)
  • İçkinizi şerefe kaldırırken mutlaka karşınızdakinin gözünün içine bakın ve içmeden önce bardağı bir kez masaya vurun! Almanların bir geleneği bu; gözlere bakmazsanız kötü şans getireceğine inanıyorlar, masaya vurmak ise işin eğlence kısmı...
  • Almanların çoğu İngilizceyi çok iyi konuşuyor, iletişimde hiç sıkıntı çekmeyeceksiniz!



Berlin yaşanacak bir şehir... Sizi hem dinlendiren hem de eğlendiren, kimsenin sizi takmadığı ve dolayısıyla sizin kimseyi takmadığınız:), katı kurallardan uzak ama gerektiği kadar düzenli bir şehir... İnsan yaşadığı yerden daha başka ne ister ki...


TSCHÜS - BERLIN
19.05.2011