Gezerken kendimi mutlu hissediyorum… Bilmediğim sokaklarda, tanımadığım insanların arasında, anlamadığım bir dilin konuşulduğu şehirlerde elimde haritam, boynumda fotoğraf makinem, sırtımda çantam… İşte o an benden keyiflisi yok…


Yavaş yavaş keşfetmeye başlıyorum gezegeni… Gezdikçe yazıyorum, birkaç yol çizmiş olmayı umut ediyorum merak edenlere…


Keyifle okuyunJ

26 Kasım 2010 Cuma

BARCELONA & MADRID... "Como tapa & sangria"

Anlatmaya Barcelona’dan başlıyorum… Barcelona =Gaudi’nin memleketi… Şehire adım attığınız an ünlü mimar Gaudi’nin eserleri ile karşılanıyor, şehirden ayrılırken yine ona ait yapılardan aklınızda kalan “o ne kadar entresan bir binaydı!” düşünceleriyle uğurlanıyorsunuz. Barcelona tam bir tarih şehri demek isterdim ama bir o kadar da güzel plajları, ilginizi çekebilecek gece hayatı ve eğlencesi olan bir şehir...

Barcelona’da uçaktan indiğiniz an, elinizdeki “İspanyolca-Türkçe” sözlüğün hiçbir şey ifade etmediğini fark edeceksiniz! Çünkü burası Catalan’ların şehri, ve Catalanca ile İspanyolca birbirinden tamamen farklı… Havaalanında yönlendirmelerin her iki dilde de yapıldığını görünce oldukça şaşırmıştım, ancak ilerleyen günlerde diller arasındaki farkı anladıkça ne kadar mantıklı olduğunu anladım. Hatta Barcelona ve Madrid haritaları arasında bile dil farkı var, birinde cadde “carrer” demekken diğerinde “calle” (gezginler için bu kavram çok mühim olduğu için paylaşmak istedim :)


Şehrin ana caddesi “La Rambla”. Her şehirde olduğu gibi burada da bir çok turisti yolun aşağısından yukarısına doğru yürürken görebilir, yol üzerinde bulunan milyon tane cafede içeceklerinizi yudumlayabilir, restoranlarda karnınızı doyurabilir, hediyelik eşya dükkanlarına uğrayıp görevlerinizi yerine getirebilirsiniz :) Bu caddeye açılan birkaç güzel yer var, bir tanesi zengin bir Pazar alanı olan “La Boqueria”, girişinde efsane çikolatacılar var, ben sonrasını pek gezmedim zaten :) Yine La Rambla’ya açılan “Plaça Reial” fıskiyesi ve cafeleriyle meşhur küçük, keyifli bir meydan… La Rambla’dan yukarı doğru (denize sırtınızı verince) çıktığınızda yolun büyük bir meydana açıldığını göreceksiniz, burası meşhur “Plaça Catalunya”. Genelde şehir gezi otobüslerinin ilk durağı burası, modern alışveriş merkezleri, büyük bir metro istasyonu ve en önemlisi Hard Rock Cafe bu meydanda bulunuyor.


La Rambla’dan tam ters istikamete (yani denize doğru) yürüdüğünüzde sizi “Monument A Colom” karşılıyor… Adından anlaşılacağı gibi bu 60 metre yüksekliğinde, tepesinde “Yeni Dünya”yı işaret eden bir Christopher Columbus heykeli bulunan, görülmesi gereken bir yapıt… Burada birkaç fotoğraf çektirdikten sonra – ki heykel çok yüksekte olduğu için kadraja sığdırmak biraz zor oluyor:)- hemen karşımızda ünlü “Port Vell” duruyor, biz de yayalar için inşa edilmiş köprüden yürüyerek marinaya (diğer adıyla Moll D’Espanya) doğru ilerliyoruz. Yürürken bir tarafta da (karşı marinada) “World Trade Center” binasını görebilirsiniz. Port Vell’de bulunan “Maremagnum” alışveriş merkezine mutlaka uğrayın, güzel bir alışveriş alternatifi olabilir. Hatta önündeki geniş ahşap iskelede biraz mola verip denize karşı fotoğraf çekmeyi ihmal etmeyin…  Aslında Maremagnumun hemen arkasında güzel balık restoranları da mevcut, buralarda bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Bir şeyler yemek derken tabi ki “tapa” ve “paella” kastediyorum, detayları kısa notlar kısmında vereceğim. Buraya kadar gelmişken bir de Port Vell’e bakan, hemen yanındaki diğer burun “Moll De La Barceloneta”ya uğruyoruz. Burası aynı zamanda Catalunya Tarih Müzesi’nin bulunduğu bir yarımada. Vaktiniz varsa girip dolaşabilirsiniz.

Şimdi fark ettim de konaklama ile ilgili tüyoları atlamışım! Bence Barcelona’da konaklama için ideal yerler La Rambla civarındaki arka sokaklar… Çünkü az sonra tavsiye edeceğim üzere Barcelona’yı dolaşmanın en mantıklı yolu city sightseeing otobüslerine takılmak ve bu otobüslerin ana durağı Plaça Catalunya, yani La Rambla’nın sonu. Bir de eğlence genelde bu yol çevresinde şekilleniyor, bu nedenle fazla uzaklaşmamak iyi bir fikir olabilir. Ben her zamanki gibi booking.com yardımı ile bir apartment buldum, otellere göre baya uygun oluyor, deneyebilirsiniz…


Tekrar gezilecek yerlere dönüyorum; merkezde yürüyerek gezebileceğiniz yerlerden biri “Catedral”, sanırım özel bir ismi yok :) Bir çok Avrupa kilisesinde olduğu gibi yüzyıllık dini mimarilerle bezenmiş bir kilise. Eğer kiliseler ilginizi çekmiyorsa girmeseniz de olur, giriş gereksiz pahalıydı diye hatırlıyorum. Sadece kilisenin tepesine çıkmanıza izin verdikleri için buranın manzarası güzel. Bunun yerine kilisenin içinden geçen bir sokak olan “Del Bisse”den yürüyün, daha değişik bir deneyim… Hatta hemen yakınlardaki “Picasso Müzesi”ne de gidebilirsiniz, çok büyük bir müze değil ancak merak edenler Picasso’nun bazı eserlerini görebilirler…


“Arc  de Triomf” yine bir çok Avrupa şehrinde bulunan devasa geçitlerden biri. Civarında güzel parklar var, bunlardan biri “Parc de la Ciutadella” ve parlament binası da burada bulunuyor...

Bu kadar bağımsız dolaşmak yeterli diyoruz ve şimdi doğruca bir sightseeing otobüs turu bileti alıyoruz. Biletleri Plaça Catalunya’da bulabilirsiniz, farklı otobüs turlarının birer gişesi var, oradan temin edebilirsiniz. Bence 2 günlük bir bilet alın, çünkü Barcelona’da görülmesi gereken yerler birbirinden biraz uzak ve dağınık, dolayısıyla otobüsten inmek, gezmek, tekrar binip başka bir yere gitmek biraz zaman alıyor. Genelde 3 farklı rut oluyor, adam akıllı dolaşayım derseniz bir günde 1 rut bitirebilirsiniz…


İlk birkaç durağı bağımsız dolaştığımız için turumuza “Port Olympic”den başlıyoruz. Burası olimpiyatlarda sporcuların konaklaması için inşa edilmiş bir yerleşim alanı, önünde devasa plajlar var, üzerinde de bir çok cafe bulunuyor. Çok zaman harcanacak bir yer değil, otobüsten inmeseniz de olur… Devam eden durakların bir kısmı yine plaj durakları, eğer yaz döneminde gittiyseniz arada inip denizin tadını çıkarabilirsiniz, ancak benim gibi sonbahar-kış döneminde gittiyseniz hiç inip vakit harcamayın. İlerleyen duraklarda ilginizi çekebilecek bir bina var, “Torre Agbar”, şeklini burada bir şeye benzetmek istemiyorum ama görünce anlarsınız zaten, bina bu benzetmeyle ünlüymüş, tur rehberi bile söyledi :)


Ve bir sonraki durak Barcelona ile bütünleşmiş efsanevi Gaudi yapıtı; “Sagrada Familia”, diğer adıyla “bitmeyen kilise”… 1882 yılında yapımına başlamış ancak bitimini göremeden hayatını kaybetmiş, mimarlar yapıyı tamamlamaya çalışsa da, Gaudi’nin estetiği yakalamamışlar, zaten kilisenin eski ve yeni yapılan yerlerini yan yana görünce bunu hemen anlıyorsunuz. Mümkünse bilet sırasında bekleyip içine de mutlaka girin, çok yüksek ağaç şeklinde kolonları olan, inanılmaz cam işlemeleriyle süslü bir iç dizaynı var. Hatta içinde kilisenin tarihini anlatan bir de küçük müzesi bulunuyor.


Sıra da yine Gaudi ailesi için yapılmış ve meşhur mozaik süslemelerle dolu bir meydanın bulunduğu  “Parc Güell” var. Temelinde oldukça büyük, yeşil bir alan. Bir tepesinde size harika bir Barcelona manzarası sağlayan bir yer var, fotoğraf çektirmek için bire bir… Ana kapıda sağlı sollu iki Gaudi binası bulunuyor, hani şu kurabiyelere benzeyen, köşesiz ve entresan kubbeleri olanlardan :) 


Parc Güell’den çıkınca hala vaktiniz varsa size önermek istediğim bir de “Tibidabo” tepesi var. Burası Barcelona’nın en yüksek tepesi, en yüksek noktada bir kilise bulunuyor, kilisenin eteğinde ise entresan bir şekilde konumlandırılmış bir lunapark bulunuyor. Eşsiz Barcelona manzarasını görmek için çıkılabilir, ancak söylemem gerekiyor ki çıkış biraz zahmetli. Tur otobüsünden indikten sonra önce bir tramway ile tepenin eteğine gidiyor, oradan tepeye çıkmak için ayrı bir finikülere binmeniz gerekiyor. Şanslıysanız sıra olmayabilir, ancak çok sık kalkan ve büyük bir araç olmadığından sıra beklemeniz muhtemel!


Tibidabo durağından sonra tur şehir merkezine doğru devam ediyor. Burada “La Pedrera” durağında inip yine entresan bir Gaudi eseri olan bu binayı inceleyebilirsiniz. Bu binanın özelliği hiç köşesi ve düz duvarı bulunmaması! Nasıl diye sormayın oluyormuş işte, ben de anlayamadım pek görmeden :) Hemen karşısında yine bir Gaudi eseri olan “Casa Batllo” var, bu bina da kırık seramik ve mozaiklerle süslü, çatısı ejderha derisine benzer şekilde yapılmış bir bina. İki binanın da içindeki sergilere ücretli olarak girebiliyorsunuz.


İlk gün turumuz şehrin Doğu tarafını kapsıyorken, ikinci gün turumuz tamamen Batı tarafına odaklı… Batı yakasında ilk olarak “Montjuic” tepesini tırmanıyoruz. Burada olimpiyat stadyumu, biraz daha ilerisinde Arkeoloji müzesi ve Kraliyet Sarayı bulunuyor. Bence bu civardaki en başarılı ve görülmesi gereken yer “Poble Espanyol”; küçük bir Barcelona köyü gibi dizayn edilmiş açık hava müzesi :) İçinde küçük küçük İspanya’nın farklı kesimlerindeki el işçiliği örneklerinin bulunduğu dükkanlar, atölyeler, dar sokaklarında farklı tarzda cafeler var. Giriş ücretli, ancak verdiğiniz paraya mutlaka değecektir, sevimli ve mola vermek için güzel bir yer… Turun devamında inip de görmeye değer pek bir yer yok. Vaktiniz varsa “Camp Nou”da inip Barcelona takımına ait müzeyi ve stadı ziyaret edebilirsiniz…



Barcelona’dan kısa notlar:
  • Barcelona’da kahvaltının vazgeçilmezi “Spanish Omlette”. Büyük bir pasta dilimi şeklinde önünüze gelen patatesli, karamelize soğanlı bu omleti her sabah yemek isteyeceksiniz!
  • İspanya ile özdeşleşmiş en önemli tatlar Paella ve Tapa. Paella pirinç ile yapılan bir tava yemeği, tapa ise minik ekmeklerin üzerinde servis edilen bin bir çeşit et, tavuk, deniz mahsulu, sos, sebze, vs vs… Yani bulurlarsa koyuyorlar ve küçük bir aperatif gibi görünse de sürekli yediğiniz için oldukça doyurucu olabilir!
  • Peki bunların yanında ne içiyoruz; tabi ki “Sangria”! Sodalı, meyveli, lezzetli İspanya şarabı!
  • Barcelona’ya gitmişken denk getirin ve Camp Nou’da bir Barça maçına gidin! Efsane bir stad, biletler çok ucuz, hatta maç günü La Rambla’da yolda bir çok yerde satılıyor. Çünkü turistlere özel bir kontenjan var :)
  • İyi bir metro ağı var, ama kullanmanızı tavsiye etmem. Çok tarihi bir şehir ve bu güzelliği yer altından geçerken görmeniz mümkün değil!
  • Özellikle La Rambla üzerinde yürürken binaların tepesine bakın, her binanın çatısında farklı bir heykel var!
  • Akdeniz insanı bir başka oluyor, gidince anlarsınız :)


Veee Madrid…

Barcelona’ya göre daha derli toplu, daha az turistik, daha İspanyol bir şehir Madrid… Ben ara uçuş kullanarak gittim, Barcelona turu içinde iki günlük ara bir Madrid turu verdiğim en doğru kararlardan biriydi gerçekten. Madrid’i daha çok sevdim bile diyebilirim, çünkü kendi gibi bir şehir burası, turizm iş sektörünün önüne geçmemiş. Tam bir başkent :)


En başta da belirttiğim gibi Madrid daha derli toplu bir şehir olduğu için görülmesi gereken yerleri tam bir gününüzü ayırarak görmeniz mümkün. Turumuza bir kraliyet sarayı olan “Palacio Real”den başlıyoruz. Bu saray şehrin belki de en görkemli yapıtı, arkasında devasa bir bahçesi ve hemen yanında kendi kadar büyük bir katedral olan “Catedral De La Almudena”yı barındırıyor. Sarayın içine girişe izin vermiyorlardı ben ordayken, sanırım bir seramoni vardı, normal dönemde sanırım girip gezebiliyorsunuz. Katedralin içine giriş izniniz var, bol altın el işçiliği eserlerinin olduğu klasik bir neo-gothic Avrupa katedrali. Zamanınız varsa gezebilirsiniz…


Katedrali tam olarak arkanıza alıp şehre doğru yürümeye başladığınızda “Plaza Mayor”a ulaşıyorsunuz. Burası Madrid’in en meşhur meydanı (meydan konsepti İspanya’da genel olarak çok popüler zaten), yine etrafı cafe ve restoranlarla dolu, yemek yemek için güzel bir durak. Birşeyler atıştırdıktan sonra tekrar yola koyuluyoruz ve Calle Mayor üzerinden şehrin önemli bir merkezi noktası olan “Puerta Del Sol”a geliyoruz. Burası şehrin en büyük metro istasyonunun bulunduğu, dolayısıyla bir nevi buluşma noktası diyebilirim. Dilerseniz buradan metroya binip “Gran Via” ya gidebilir ve şehrin en popüler alışveriş caddesinde takılabilirsiniz…


Ben gezilerimde alışveriş olayına pek girmediğim için gidilmesi gereken dükkanlar gibi bir bilgi veremiyorum :) Bunun yerine gezilmesi gereken yerleri anlatmaya devam ediyorum… Del Sol’u arkanıza alıp yürümeye devam ederseniz şehrin ana caddelerinden birine ulaşacaksınız ve burası önemli binaların konumlandığı, yürüken çok vakit harcayacağınız bir cadde. Ziyaret edeceğimiz en önemli yer tabi ki “Museo Nacional Del Prado” yani Prado Müzesi! Avrupa’nın  en önemli ve en büyük sanat müzelerinden biri olan bu müzeyi mutlaka gezmenizi tavsiye ederim. Oldukça büyük, tamamını dolaşmanız yarım gününüzü alabilir, benim vaktim olmadığı için genelde Goya’nın eserlerinin olduğu yerleri gezdim, bu bile iki saate yakın sürdü :)


Müzenin hemen yakınında hoşça vakit geçirebileceğiniz bir bahçe var “Real Jardin Botanico”. Bildiğiniz bahçelerden değil, içinde dünyanın her yerinden geitirilmiş entresan bitkiler, ağaçlar, çiçekler, vs ne ararsanız var. Biraz dinlenmek için küçük göletlerinin yanındaki banklara oturabilirsiniz. Ancak giriş paralı, biraz da pahalıydı diye hatırlıyorum…


Jardin Botanico’dan sonra Atocha metro istasyonunu geçerseniz başka bir ulusal sanat müzesi olan “Reina Sofia”ya gidebilirsiniz. Ben vaktim olmadığı için girip dolaşamadım, ancak sanat müzesi severlerdenseniz mutlaka ziyaret edin derim… Bunun yerine Prado müzesinin diğer tarafına doğru yürümeye başlıyoruz ve karşımıza Madrid ile özdeşleşmiş bir çeşme olan “Fuente De Cibeles” çıkıyor. Ünlü Antik Tanrılardan biri olan Cybele’nin iki aslan tarafından çekilen bir arabada oturmasını yansıtan bu eser aynı zamanda şehrin en popüler iş merkezi diyebileceğimiz Plaza De Cibeles’in tam ortasında… Etrafında Cibeles Sarayı, Banco De Espania genel merkezi ve farklı küçük birkaç sarayın daha olduğu bir meydan burası. Özellikle çeşmenin fotoğraflarını çektikten sonra yürümeye devam ediyoruz ve bir başka önemli olan “Biblioteca Nacional”a, daha da önemlisi hemen yanındaki Hard Rock Cafe’ye ulaşıyoruz :) Benim bir klasiğim bu, her gittiğim şehirde uğramayı ve bir şeyler içmeyi hiç ihmal etmem Hard Rock’ta, kokteyllerini şiddetle tavsiye ederim!..


Aslında Madrid’de görmemiz gereken bir çok yeri görmüş olduk bu turda. Tabi ki Madrid’e kadar gelmişken eski başkent, İspanya’nın tarihi anıtı ve Don Kişot’un memleketi “Toledo”ya gitmeden olmaz! Ben bir arkadaşımın arabasıyla gitmiştim, ancak Madrid’den günübirlik turlar veya otobüsler de mevcut. Toledo oldukça fantastik, büyüleyici bir eski Avrupa şehri… Aslında şehir demek doğru değil, burası daha bakir kalmış bir yer; merkezdeki şatosu, katedrali ve tüm yerleşim olan ufak binaları kapsayan surlar ile çevrelenmiş, tarih kokan bir kent… Küçük dar taş sokaklar ile çevrili, girişi Bisagra Kapısından, yani surun bir kapısı var ve oradan giriyorsunuz :) Merkeze orada oturanların arabaları dışında araba sokulmuyor, çünkü yollar ciddi anlamda dar, çok eski bir yerleşim merkezi olduğu için bu beklenen bir durum… Ufak tefek bir sürü hediyelik eşya dükkanı var, en popüler hediyelik eşya tabi ki Cervantes’in ünlü eseri Don Kişot’u anlatan zımbırtılar, çünkü Don Kişot’un hikayesi burada geçiyor… Gittiğinizde göreceğiniz yerlerden en önemlileri San Servando Şatosu, Alcantara Köprüsü ve Toledo Katedrali; zaten küçük bir yer olduğu için yarım günde hepsini görebilirsiniz…


Madrid’e geri dönüyoruz ve akşam yemeği için alternatifleri araştırıyoruz. Yine önceliğimiz tapalarda, ama Madrid’de bir de önemli bir restoran bulunuyor, Botin, dünyanın en eski restoranı! Guiness bu şekilde duyurmuş, biz de gitmişken içine girip yiyemesek de (çünkü günler öncesinden rezervasyon yapmak gerekiyormuş) dışından şöyle bir baktık :) Yemek sonrası yine Plaza Mayor civarındaki cafe-barlarda vakit geçirebilirsiniz…



Madrid’den kısa notlar:
  • İspanya Matadorların şehri! Ve Madrid de en önemli boğa güreşi festivallerinin yapıldığı şehir! Ben festival zamanına denk gelmediği için gidemedim ancak merkezdeki en eski ve İspanya’nın en büyük arenası “Las Ventas”ı mutlaka görün.
  • “Biscuita” adı verilen bisküvi dükkanlarından birini ziyaret edin ve milyon çeşit bisküvinin olduğu mis kokan kurabiyelerin tadına bakın.
  • Üşenmeyin, bir metroya atlayın, Santiago Bernabeu durağında inin ve Real Madrid takımının evi “Bernabeu Stadyumu”nu görün!
  • Yemeklerinde et tercih ediyorsanız ve domuz eti yemiyorsanız biraz zorlanabilirsiniz, neredeyse bütün etler “ham”, yani domuz eti, aklınızda bulunsun.

Barcelona; bir turist olarak görmek istediğiniz her şeyi; tarihi, yemeği, eğlenceyi size sunan bir şehir… Madrid; İspanya kültürünün tam bir yansımasını; iş hayatını, müzelerini, arenalarını görebileceğiniz bambaşka bir şehir… İkisi de İspanya, ikisi de Akdenizli, ikisi de bin yıllık tarihin izlerini taşıyan, ikisi de bambaşka bir deneyim…

DESPEDIDA – ESPANA
18.11.2010